27 Eylül 2011

Mehmet Özdilek ve Beşiktaş Üzerine

Hocanın Antalyaspor'a kattıkları sadece Antalya'da değil, Türkiye'nin her yerinde konuşulan bir konu. Dost meclisinde konuşulurken bile herkes bana "Mehmet Özdilek ile iyi tutturdunuz. Sizde inşallah hep böyle devam eder." diyor.

Özellikle kulübün yeni yapılanmasından rahatsız olan ve Antalyaspor kimliği altında Galatasaray ve Fenerbahçe'ye sempati duyduğunu tahmin ettiğim bir takım kişiler özellikle Beşiktaş maçlarında yüklendikçe yükleniyorlar hocaya. Geldiğinden beri galibiyet alamamışız Beşiktaş'a karşı.

Antalyaspor Beşiktaş'a karşı son galibiyetini 1998 yılında İnönü Stadı'nda almıştır. Yani Mehmet Hoca Antalyaspor'a gelmeden 10 yıl önce. Kaldı ki Antalyaspor 1982 yılından beri Beşiktaş ile oynadığı 38 maçta 3 galibiyet almış, 7 kez de berabere kalmıştır. Şimdi ortada bu tarz bir tablo varken hocaya bu şekilde sallamak nasıl bir akla mantığa sığar ben çıkamıyorum işin içinden.

Kaldı ki önceki yıllarda Antalyaspor'un Beşiktaş'a karşı oynadığı futbol ortadır. Geçen seneki maçta Beşiktaş taraftarı dakikalarca takımımıza "Satılmışlar" diye bağırmadı mı? Bunu Antalyaspor'a karşı çok rahat bir galibiyet aldıkları için mi yaptılar? Son maçı herkes izledi, özellikle ikinci yarı Beşiktaş'ı sahasına kapatmadık mı? Hakemin engellemelerini hepimiz görmedik mi?

Beşiktaş taraftarının Mehmet Özdilek'i alkışlamasına da rahatsız olmuş bazı arkadaşlar. Yahu bir oturup düşünelim. Musa'nın Denizlispor forması altında bize karşı oynadığını varsayalım. Musa'yı tribünlere çağırıp alkışlamayacak mıydık? Ya da Volkan Yaman'ı Eskişehir'de iken, Tita'yı Ankaraspor'da iken tribünlere çağırıp alkışlamadık mı? "Seni çok seviyoruz!" diye bağırmadık mı? "Herkes unutur Antalyalı unutmaz." demedik mi?

Mehmet Özdilek'in Beşiktaş taraftarı tarafından alkışlanmasına içerleyen arkadaşlar, Hoca'nın 100. maçı olan Manisa maçında Beşiktaş formalı görüntülerine neden tepki göstermediler? Orada geçmişinde Beşiktaş gerçeği var da şimdi yok mu?

Mehmet Özdilek Antalyaspor için büyük şanstır. Hocanın Antalyaspor'u ne kadar önemsediğini yazıp duruyorum. Ve buna olanca Antalyasporluluğumla inanıyorum. Bırakın artık şu adamı eleştirmeyi. Sahip çıkalım hocaya.
 

24 Eylül 2011

Sadece 3 Puan

Bir Akdeniz derbisiydi Antalyaspor-Mersin İdman Yurdu maçı... İki takım arasında geçmişte yaşananlar derken maçın kalabalık geçmesi beklenebilirdi ama hem maçlarımızı Mardan'da oynuyor olmamız hem de maçın bir hafta içi maçı olması sebebiyle maça giderken böyle bir beklentimiz yoktu. Stada maçtan yarım saat kadar önce geldiğimizde otoparktan gördüğümüz ilk görüntü de bizi haklı çıkaracak cinstendi. Ancak maç saati yaklaştıkça giderek artan bir kalabalık vardı karşımızda. Mardan'daki bir hafta içi maçı için şaşırtıcı bir tabloydu bu.

Maçın ilk 10 dakikası dolarken bizi şaşırtan yeni bir şey daha oldu. Bazı gruplar dışında maçın genelinde maçı izlemeyi tercih eden açık tribün bu kez ayaktaydı ve takımını destekleyiordu. Tribünler coşkulu, takım ise sahada 3'te 3 için istekliydi. Ancak 21. dakikada Minev'in kendi kalesine attığı golle 1-0 geriye düşüyorduk ama bu gol bile tribünlerin moralini bozmuyor. Takıma olan destek artarak devam ediyordu. Sanki tribünler uzun zamandır unuttuğu şeyi, desteğiyle takımı ateşleyebileceğini hatırlamıştı.


İlk yarının bitişiyle maç kritiği de başladı. Herkes yediğimiz gole üzülüyor ama bu gole rağmen hala herkes takımın kazanacağına olan inancını koruyordu. İkinci yarının başladıktan kısa bir süre sonra Ali Tandoğan ortaladı, Uğur İnceman kafayı vurdu ve işte aradığımız golü bulmuştuş.  Bu gol inançları daha da artırmıştı. “Tam da zamanında geldi.” diyorduk gol için. Golden sonra yine bastırıyorduk ama bir türlü skoru lehimize değiştiremiyorduk. Üstelik ikinci yarıda karşımıza bir de hakem çıkmıştı. Hakemleri her eleştirişimde söylerim. Bir futbolcu gibi hakemler de hata yapabilir. Ancak maçın hakemi Mustafa İlker Coşkun sahada facia bir yönetim sergiliyordu. MİY oyuncularının sert hareketlerine göz yuman Coşkun, Mersinli oyuncuların yere atladığı her pozisyonda düdüğü çalıveriyordu. Tabii ki bu da oyun planımızı fazlasıyla bozdu. MİY zaten kontraatakla bir şans golü bulmayı umuyordu. Oyunun durması ve bir anda bizim yarı sahamıza taşınması onların fazlasıyla işine geliyordu. Oyunun sonlarına doğru golü bulmak için iyice yüklenirken MİY kazandığı köşe vuruşunda golü buluyor ve 86. dakikada bir kez daha öne geçiyordu. Bu kez gol MİY için “tam zamanında” gelmişti. Maçın kalan dakikalarında da etkili ataklarımıza rağmen golü bulamayınca sezonun ilk mağlubiyetini alıyorduk.

Açık söylemek gerekirse mağlubiyete üzüldüm mü? Evet. Çünkü bu kadar istediğimiz bir maçta sahadan puansız ayrılıyorduk. Çünkü hakem daha iyi bir yönetim sergilese belki de skor çok daha farklı olacaktı. Çünkü lider olarak tamamlayabileceğimiz bir haftada bu fırsatı kaçırıyorduk. Ancak şunu da söylemeliyim ki bu mağlubiyet bize kaybettiğimiz 3 puandan daha fazlasını kazandıracabileceğini de düşünüyorum. Sezonun ilk 4 maçlık periyodunun en kolay maçı MİY maçıydı. Bu kolay dediğimiz maçta kaybettiğimiz puanlar ayaklarımızın yere daha sağlam basmasını sağlayacaktır. Takımda bir rehavet oluşmamıştı ama bazı taraftarlardan bazı bazı yüksek hedefler dinlemeye başlamıştık bile. Oysa kazandığımız -playoff maçlarını saymazsak- 34 maçlık bir sezonun sadece 2 maçıydı. Bu yüzden 2 galibiyet gibi bu mağlubiyet de geride kaldı. Aldıklarımız da sadece 3 puandı, kaybettiklerimiz de... Dolayısıyla şu an düşünmemiz gereken tek şey bugün Beşiktaş maçından alacağımız 3 puan olmalı. Sadece 3 puan... Yolun başında değil ama yolun sonuna geldiğimizde göreceğiz ancak bu 3 puanların ne anlama geldiğini ama şimdilik sadece onları almaya bakalım.
 

19 Eylül 2011

Aman Dikkat!



Yukarıdaki iki fotoğrafa iyi bakmak lazım. Bir tanesi Adana Demirspor taraftarının Antalya'daki play-offlarda çekilmiş bir fotoğrafı... Diğeri ise Antalyaspor kadar değer verdiğimiz kardeşimiz Kocaelispor taraftarının fotoğrafı...

3 tribüne göz attığımız zaman Antalya'da çekilmiş fotoğrafta ADS tribünü olması gerektiği gibi masmavi, Kocaeli tribünü olması gerektiği gibi ara ara Antalyaspor atkıları var ama yoğunlukla yemyeşil bir tribün... Antalyaspor tribünlerine gelince ise biliyoruz ki, Kocaelispor atkısını geçtim, birçok takımın atkısı gözüküyor tribünde.

Şimdi elbette ki Kocaelispor atkıları beni rahatsız etmiyor. Sonuçta Antalyaspor kadar değer verdiğimiz bir camia... Deplasmana gittiğimizde karnımızı doyuran, geldiklerine biramızı paylaştığımız kardeşlerimiz... Ancak şöyle bir durum var ki artık Antalya'da kıpkırmızı bir tribün hayal oldu. Öncelikli sevdamız Antalyasporumuz her zaman ve bizler de buna göre hareket etmeliyiz. Gri stat Mardan'da futbolcular çıktığında karşısında kıpkırmızı bir tribün görmesi lazım.

Özellikle şu günlerde Antalya'da sanki farklı takım atkısı takmak moda oldu. Çorum atkısından tutun da, aramız hiç iyi olmadığı Mersin İdman Yurdu atkıları bile görünmeye başladı tribünde. Tamam, misafir olarak gelmiş olabilir bu insanlar maça ama özellikle Mersin atkısı oldukça rahatsız etmişti beni tribünde.

Önümüzde Mersin İdman Yurdu maçı var. Malum ADS ile de gün geçtikçe gelişen bir dostluğumuz söz konusu... Ancak bu maça özellikle ADS atkısı takıcak insanlar vardır. Evet; bu atkılar Mersinli taraftarları kızdırıcak, karşılıklı küfürleşmeler olacak ve bundan lige çok iyi başlayan takımımız zararlı çıkacak.

Taraftarımızın da futbolcularımız gibi hedefe odaklanmalı. Futbolculara kıpkırmızı bir ortam sağlamalı. Ankaragücü, ADS sevdiğimiz kulüplerdir ancak öncelik Antalyaspor atkısı olmalıdır. Çünkü biz oraya Antalyaspor'a aşkımızı haykırmaya gidiyoruz.

Herkes kırmızı giymeli, giydirtmeli. Tek sevda Antalya..!

17 Eylül 2011

Rehavete Yer Yok

Kayserispor herkesin malumu Antalyaspor'un ters geldiği ekiplerden birisi... Kayserispor ile son karşılaşmamızda yediğimiz son dakika golleriyle sahadan 2-0 mağlup ayrıldıysak da iki takım arasında oynanan son 10 karşılaşmada aldığımız 6 galibiyet ve 3 beraberlik bu durumun en somut göstergesi...

Geçen hafta Bursa'dan 3 yemiş, hafiften hırslı bir ekip vardı karşımızda. Biz de Antep'i 1-0 yenip uzun seneler sonra lige galibiyetle başladığımız için "Acaba rehavet var mıdır topçularda?" diye düşünüyorduk ama unuttuğumuz bir faktör vardı: Mehmet Özdilek...

Belki sahada yine yırtan bir Antalyaspor izlemedik. Belki heyecanlandığımız tek an ilk yarıdaki Necati'nin şutuydu; ancak bu ligin kaliteli ekiplerinden Kayserispor karşısında da deplasmanda olması gereken belki de buydu. Dakika 84 geldiğinde ise güzel bir pozisyonda genç oyuncu Emrah'ın asisti, Necati'nin ustaca vuruşu ile golü bulmayı bildik ve sezonun ilk deplasmanı olan Kayseri'den 3 puanla dönüyoruz.

Bu galibiyet ile tarihimizde ilk kez sezona 2'de 2 yaparak başlamış oluyoruz. Tam da bu noktada değinmek istediğim konu Antalyaspor taraftarının yapması gerekenler... Evet, takımımız bizi gururlandırıyor; ancak rehavete kesinlikle kapılmıyorlar. Mehmet Hoca buna asla izin vermiyor. Biz de kesinlikle rehavete kapılmamalıyız. Bizim en büyük mutluluğumuz Antalyaspor'un üst sıralarda olması değil, kırmızı-beyaz armanın sahada onuru ile mücadele etmesi olmalıdır. Bu sebepten çarşamba günkü maçta bu 2'de 2 ile yaptığımız başlangıcı unutup gitmeliyiz Mardan'a... Biz kendi yolumuza bakalım. Mehmet Özdilek'in dediği gibi "Sadece maç kazanıyoruz, diğer maçları unutmalıyız ve her maçı final maçıymış gibi oynamalıyız."

Değinmek istediğim bir diğer konu ise genellikle övülen Kayserispor taraftarı... Ben de geçen yıl yerinde gördüm güzel tribünleri var; ancak bu akşam yaptıkları onlar için büyük bir talihsizlikti. Her platformda ne kadar kötü olduğu dile getirilen Antalyaspor taraftarı 35 km uzaklıktaki, en ucuz bileti 20 lira olan statta sayısını gün be gün artırırken 2 liralık bilete dahi "Taraftarımız stada alınmadı." diyerek stadı terk etmek, armayı yalnız bırakmak hiçbir tribün kültüründe yazmaz.

Statsız, yabancısız yolumuza devam ediyoruz. Antalyasporlu olduğum için gurur duyuyorum.

16 Eylül 2011

Mardan Pankartlarla Güzel

Temmuz ayında yayınladığımız Pankart başlıklı yazımızda "Tribün kültürünün temelidir pankart ama gri stat Mardan'a geçtiğimizden beri tribünlerde pek pankart da görmez olduk. Yeni sezonda artsın pankartlar, bir nebze güzelleşsin Mardan..!" demiştik ve sezonun ilk maçında stada adımımızı atar atmaz dikkatimizi çeken ilk şey açık tribünü süsleyen pankartlar ve bayraklar oldu.


"Mardan Stadı" yazısının arasına sıkıştırılmış bir Antalyaspor yazısıyla Antalyasporlu olması beklenemezdi Mardan'ın ama o pankartlar, o bayraklar sayesinde bugüne kadar Mardan'ın en fazla Antalyasporlu olduğu gündü o gün... Gri düşünceleri, gri vefasızlıkları, gri yalnızlıkları  o gün kırmızı-beyaz hayallerimiz, kırmızı-beyaz sevdamızla silmiştik Mardan'dan.


Her maç tribünlerdeki pankartların sayısının daha da artması dileğiyle...










Yeni Sezonun İlk Pankartları

Yeni sezon yaklaşırken ilk maça elimiz boş gitmek istemiyorduk ve pankart planları yapmaya başladık. Ancak zaman daraldığı ve Küheylan iş için Isparta'da bulunduğu için pankart hazırlıkları Isparta'da gerçekleşecekti. Sezon öncesi biz de bir nevi kampa giriyorduk.

İlk pankart daha önceden antalyasporum.com için yazdığım bir yazının giriş cümlesiydi. Yazı yayınlandıktan sonra pek çok yerde paylaşıldığını gördüğümüz bu cümleyi yeni sezonla birlikte tribünlere taşıyalım dedik ve açtık bezi, aldık elimize fırçaları...





İkinci pankart ise yaz boyunca pek çok duvara işlediğimiz "07 harfli aşk" pankartı olacaktı. Isparta'da bir geceyi rakı masasına ayırınca bu pankartı yapmak maç günü sabahına kalmıştı. Dolayısıyla kuruma konusunda sıkıntı yaşamamak için plastik boyayı bir kenara koyup sprey boyaya geçtik. Nedendir bilinmez spreyle aramız pek düzelmedi. Her defasında bir sorun yaşıyoruz. Onun için bu defa hızlıca şablon hazırladık ve artık boyama aşaması için hazırdık.



Sprey bizi bir kez daha şaşırtmadı. Şablonları kaldırdığımızda dağılmalar olduğunu gördük. Bu defa suç sanırım biraz da bezdeydi ama sonuç biraz canımızı sıkmıştı. Maç için son saatlere girerken son pankartımıza geçtik. Bu pankart sezon öncesindeki şike iddialarına adı karışmamış iki Süper Lig takımının karşılaşmasına ithafen olacaktı. Onu da hızlıca hallettik ve böylece pankart sezonunu açmış olduk.



Maç saati geldiğinde ise pankart işinin en güzel anı da gelmişti. Pankartlarımızı astık ve işte maçtan kareler...





15 Eylül 2011

İlk Maç, İlk Galibiyet

Bu sezon öncesinde rahat bir yaza başlamıştık. Çünkü takım daha neredeyse 2010-2011 sezonu bitmeden 2011-2012 sezonunun planını yapmıştı. İki, üç isim dışında gelecekler gidecekler her şey belliydi. Ancak Türk futbolu olarak yazın büyük bir deprem yaşadık ve kendimizi şike tartışmalarının içinde bulduk. Evet, kulübümüzün adı kesinlikle bu şike olaylarıyla anılmadı ama ortada kirlenen bir Türk futbolu vardı ki bu da elbet bizi de alakadar ediyordu.

Bu şekilde geçen günlerin ardından liglerin 1 ay ertelendiği açıklandı. Kimileri haklı olarak "Futbol temizlensin, ligler öyle başlasın." diyorlardı bu erteleme bizim için sevdamıza kavuşmanın 1 ay uzayacağı anlamına geliyordu.


Kombineler alındıktan sonra artık düşünecek başka bir şey kalmadı. Artık Antalyasporumuzu sahada görmeliydik. Böyle böyle günler erirken en sonunda maç haftasına girildi.

Özgün ile Isparta’da girilen bir pankart kampından sonra maç gününe her şey hazırdı. Tüm planlar yapıldı; arkadaşlar arandı; güzergahlar çizildi; 3 araba yola çıkılacak, takıma olanca destek verilecekti.

Planlanan saatten geç bir vakitte Mardan’a ulaşabildik. Otoparkta yer bulamadığımızda bizimle maça gelen İstanbullu arkadaş "Otoparkta yer bulamadıklarına seviniyor bu adamlar. Herhalde Antalya güneşi kafalarına geçmiş." diye düşünürken anlayamayacaktı Mardan’a gelen bir kişinin bile Antalyaspor için ne kadar değerli olduğunu.

Stada girişte yine, yeniden güvenlik görevlisi rezaleti yaşanıyordu. Pankart araması sırasında cüzdanlarımıza bakmak isteyen güvenlik görevlileri istediklerini alamadılar. "Fotoğraf makinesini içeri sokamazsınız." dediklerinde iş çığırından çıktı. Hangi mantıkla böyle bir şey uygulanmaya çalışılır ki? Kaldı ki "Maç bitiminde kaybolmayacağının garantisi var mı?" sorusuna "Orasını bilemem." diyen bir güvenliğe(!) mi emanet edecek fotoğraf makinesini bu insanlar? Neyse ki 2-3 dakikalık tartışmanın ardından pankartlar ve fotoğraf makinaları da sorunsuz içeri girdi.


Açık tribün olanca güzelliği ile yerinde idi. İlk defa maçı kombinesiz arkadaşlarımla 07 Gençlik’in bulunduğu tribüne yakın tarafta izleyecektim. Bu da değişik bir tecrübe olacaktı. Deplasman tribününden uzak olmak...

Sezonun ilk maçında tribünler özlediğimiz tribün görüntüsüne daha yakındı. Orta katta Ali Dayı’nın işi gibi gözüken bayraklar, üst katta SevenAs ve Grup1966’nın el emeği pankartları. Güzel görüntüler vardı. Tek eksik olan Antalyaspor'du ve takım sahaya çıkarken “Alemin kralı geliyooor..!” diye inliyordu Kundu.


Antalyaspor sahaya 11 Türk futbolcu ile çıkıyordu. Gözler her ne kadar Tita’yı arasa da Musa’nın ilk 11’de yer alması her Antalyalı'yı mutlu ediyordu. Maçla ilgili yazılabilecek çok fazla şey yok. Atanın kazanacağı bir maçtı. Atan biz olduk ve kazandık. İlk maçta aldığımız bu galibiyet ile Antalyasporumuz lige uzun zamandır yapamadığını bir başlangıç yapıyor ve sezona galibiyetle başlıyordu.

Tribünlerin performansına gelirsek alıştığımız dağınıklık hala devam ediyor. Burada demek istediğim maçta az kişiydik, kötü bağrıldı değil. Evet, iyi bağırıldı ancak iyi tribün yapılamadı. Hala önemli pozisyonlarda Akdeniz Akşamı söyleniyor, hala rakip takım korner atarken Kırmızı-Beyaz çekiliyor. Evet, geçen yıla göre özellikle sayı olarak bu yıl daha iyi olacak gibiyiz; ancak beste konusunda daha dikkatli davranmalıyız. Tribün özleniyor ama 10.dakikada da “Seviyorum seni” bağrılarak takım gaza getirilemiyor ne yazık ki.

Ayrıca 07 Gençlik bu yıl küfür konusunda oldukça dikkat çekecek gibi. Maç başında “Antalya’ya hoşgeldin” diyerek Gaziantepspor taraftarını selamladılar. Daha sonra Antepliler küfür ettiğinde bile takıma desteklerine devam ettiler. İşte adamlık budur. İnşallah bu hep böyle devam eder.


Maç sonu az kalsın bir Mardan rezilliği daha yaşanıyordu ki radyoyu kontrol eden görevli son anda buna engel oldu. Maç sonunda takım taraftarı ile kucaklaşmaya tribünlere gidiyor; hep beraber bağıracaklar, galibiyeti kutlayacaklar ama hala arkada bangır bangır müzik çalınıyor.

Sözün kısası sezonun ilk yazısını mutlu bir şekilde sonlandırıyorum. Kışın okullar açlınca özleyeceğimiz arkadaşlarımızla güzel bir Antalya akşamında Antalyasporumuzun galibiyeti ile bitmiş bir gece... Bundan daha güzel bir şey olamaz sanırım. İnşallah her hafta bu tarz yazılar yazarız.


11 Eylül 2011

Hasan Akıncıoğlu ve 58. Madde

Federasyon Başkanı Mehmet Ali Aydınlar'ın "16 kulüp imza atarsa değişiklik olabilir." açıklamasıyla birlikte şikeye teşebbüs eden kulüplere küme düşürme cezası öngören Disiplin Talimatı'nın 58. maddesinin değişmesinin yolu açıldı. Bu açıklamanın ardından Kulüpler Birliği içinde şike ve teşvik sonucunda küme düşmenin kaldırılması için bir imza trafiği başladı. İlk imzalyan takımlara bakıyorum ki karşımda Antalyaspor... Şike soruşturması kapsamında adı geçmeyen iki kulüpten biri Antalyaspor...

Böyle bir şeyi neden imzaladığımızı merak ediyorum. Futbolu sahada değil de masa başında oynanan bir oyuna çeviren, futbolu yetenekleri olanların değil de parası olanların oyunu haline getiren şikeden daha büyük bir suç olabilir mi? Bu suçu işleyenler cezasını en ağır şekilde ödemesi gerekirken bu suça adı karışmamış nadir takımlardan Antalyaspor neden bu suçun cezasının hafiflemesi için uğraşıyor?

Antalyaspor'un bu imza kampanyasına destek vermesinin sebebi sanırım Akıncıoğlu'nun daha önceden övdüğümüz tutumu... Akıncıoğlu'nun tutumunu özetlemek gerekirse Antalyaspor'u ekonomik olarak düzlüğe çıkarırken, Antalyaspor'un üzerinden siyasetin ellerini çekebilmesi için politik davranmak zorundaydı. O da öyle yaptı. Kimseyle kötü olmamaya dikkat etti. Bence bu imza konusunda da çoğunluktan yana tavır alarak riski en aza indirmek niyetinde ama bu tutumunu diğer konularda ne kadar destekliyorsam bu konuda da o kadar karşı çıkıyorum. Çünkü bu iş uzun vadede Antalyasporumuzun zararına olacaktır.

Dünkü 6222 Sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun ile ilgili toplantıda Antalyaspor Hukuk Danışmanı Avukat Cenk Soyer geçen yıl kulübümüzün tribün olayları sebebiyle 280 bin TL ceza ödediğini ve bu bedelin neredeyse bir oyuncu ücretine denk bir bedel olduğunu belirtmişti. Şimdi varsayıyorum x kulübü bize karşı oynadığı maçta şike yaptı ve o maçta yenildik. Performans primlerine göre bir takım galibiyette 750 bin TL, beraberlikte 375 bin TL alıyorken yenilince ne kadar almış olduk? 0 TL... Yani bir beraberlik bile tribün olayları nedeniyle bütün sezon ödediğimiz cezadan fazla iken bu paralara hangi oyuncular alınır veya kaç oyuncu alınır? Hal böyleyken şike yapan bir kulüp bizi şike mağduru yaparak ne kadar hakkımızı gasp etmiş olur? Tüm bu soruların cevabı tek bir doğruyu işaret ediyor ki o da şike yapan kulüp en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Bu yarın öbür gün benim gönül verdiğim kulüp de olsa ben göğsümde kirli bir arma yerine temiz bir arma taşıyabilmek için bunun böyle olmasını savunurum.
 

6222 Sayılı Yasayla Yeni Sezon

Yeni sezon öncesi 6222 sayılı kanun çokça konuşuldu, çokça tartışıldı. 'Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun' olarak adlandırılan bu kanun kanun koyucuların iddia ettiği gibi gerçekten sporda şiddete bir son vererek düzensizliği mi önleyecekti? Yoksa boynuna farklı farklı renklerde atkı takmış, yüreğine ayrı ayrı sevdalar yazmış ama hepsinin ortak özelliği 'tribüncü olmak' olan pek çok kişinin iddia ettiği gibi hem ağır yaptırımlara sahip olması hem de keyfi uygulamalarla suistimal edilebilir olması nedeniyle kendi düzensizliğini mi kuracaktı? Kısacası bu yasa Türkiye'deki tüm tribünlere inecek büyük bir darbe miydi?

Bu iki farklı görüşten ben de 2. görüşü sanunuyorum. Tamam, Türkiye'deki tribünler her şeyi doğru yapıyor diyemeyiz. Hatta pek çok konuda yanlışlar yapıldı ve yapılmakta... Ancak bunların önüne geçmenin yolu bayraklarla, meşalelerle değil de yasaklarla donatılmış tribünler yaratmak değildir.

Görüşümüz böyle olmasına rağmen önümüzdeki sezon biz de oyunu bu kurallara göre oynamak zorundayız. Hem bu sebepten belki eksik bildiklerimiz vardır diye hem de farklı bir bakış açısı daha dinleyelim diye Antalyaspor'un Taraftardan Sorumlu Yöneticisi Salih Peker öncülüğünde düzenlenen bilgilendirme toplantısına katıldık.

Toplantı iki bölümden oluşuyordu. İlki bilgilendirme, ikincisi soru-cevap...

İlk bölümde Antalyaspor Kulübü Hukuk Danışmanı Avukat Cenk Soyer'in bazı noktalarda yaptığı hukuksal tercümeler dışında katılımcıların konuşmaları bu yasa ile ilgili süreci genel olarak takip eden birisi için bilindik bilgiler içeriyordu. Bu yüzden benim açımdan çok faydalı olduğunu söyleyemeyeceğim ama elbette bilmeyenler için yararlı bir bölümdü.

İlk bölümün ardından soru-cevap kısmına geçildi. Stada girebilecek bayrak sopaların standardı hakkında konuşan Ali Dayı'nın ardından dinleyiciler arasında konuşan ikinci isim Murat Özgen oldu. Sözlerine bu yasanın insanları maça gitmekten soğutacağını düşündüğünü ifade ederek başladı ve sonrasında da geçen sene statta aşırıya kaçan bazı önlemlerden bahsederek bu gibi önlemlerin taraftarları rahatsız ettiğini, bir gazeteci olarak bu yönde pek çok şikayetin kendisine geldiğini belirtti. Bu sözlerine karşılık ilgili komutandan gelen yanıt kendilerinin yasayı sorgulamakla değil, uygulamakla yükümlü oldukları ve geçen sene yaşandığı iddia edilen olayların soyut örnekler olmakla birlikte bugünkü toplantının konusu dışında olduğu şeklinde oldu. Üçüncü söz hakkı Küheylan'ındı. Küheylan da statta görev alan erlerin kendi tuttukları takımlar ile Antalyaspor'un karşılaştığı maçlarda erlerin fevri davranışlar gösterdiğini, bu durumun da ortamın gerginleşmesine neden olduğunu belirtti. Bu yorum ile toplantı salonundaki ortam da biraz gerginleşti ve ilgili komutan taraftarın şikayetlerini değil, 6222 sayılı yasayı konuşmak için geldiklerini ve bu soruların devam etmesi halinde toplantıyı bitireceğini söyledi. Küheylan'ın ardından sözü bu kez ben aldım. Sözüm kesilmesin diye geçen sene Mardan'da yaşadığımız sorunları aktarmak yerine bu sorunların çözümü için statta anında bu şikayetleri iletebileceğimiz bir olanak yaratılması önerisinde bulundum ama aldığım cevap yine değişmedi: 6222... Benden sonra Onur Öz söz aldı. Yine aynı cevabı almamak için kurduğu cümlelerde biraz daha fazla “6222 sayılı yasa” vurgusu yaparak geçen sene yaşanan sıkıntıları hatırlattı. Ardından da 6222 sayılı yasayla birlikte bu sıkıntıların bu sene de yaşanması halinde pek çok keyfi uygulamanın ortaya çıkabileceği yönündeki endişelerinden bahsetti ama yine beklenilen tarzda bir cevap gelmedi. Toplantının devamında da basın araçları, Karaçalı yolu gibi birkaç konuda sorular geldi ve toplantı bitti.

Toplantı biterken ortada titreyen birçok bacak vardı. Çünkü kimse istediği sorunun yanıtını alamamış. 6222 sayılı yasa ile ilgili toplantıda sadece “Şunu şunu yapmacaksınız, yoksa...” denilmiş ve toplantı bitmişti.

Oysa 6222 sayılı yasa ile ilgili sıkça verilen bilgilerden biri şöyleydi: “Tribün lideri kendi grubundan olan kişilerin hareketlerinden sorumludur.” Yani tribün liderinden kendi grubu içerisindeki herkesi kontrol altına alması bekleniyordu. Ancak biz aynı beklentiyi komutanlara şikayetlerimiz aracılığıyla ilettiğimizde aldığımız cevaplar ise “Herkesi nasıl kontrol edebiliriz ki? Olur arada öyle şeyler.” diye özetlenebilirdi. Sonuçta tribün lideri ve onun grubundan bir kişi arasındaki bağ sadece saygı-sevgi bağıdır ama askeri bir yetkilinin astı ile arasında emir-komuta ilişkisi vardır. Yani askeri bir yetkilinin kendi emri altındaki kişileri kontrol etmesi çok daha kolayken o “Herkesi kontrol edemem ki.” diyor ama aynısı bir tribün liderinden bekleniyordu. İlginç...

İkinci olarak toplantıda şikayetlerimizin dinlenmemesi son derece yadırgandı. Sonuçta sporda şiddet ve düzensizlik adı altında ortaya çıkan olaylardaki tek insan faktörü taraftar değil. Özel güvenlik görevlisi, polis, jandarma da var bu insan faktörünün içinde. E bunlar da insan olduğuna göre bu kişilerin de en az taraftar kadar hata yapma ihtimali vardır. Dolayısıyla yeni bir sezona başlarken 'sporda şiddet ve düzensizlik önlenmek' isteniyorsa bu sadece taraftarın üzerine odaklanmış tek taraflı bir anlayışla gerçekleşemez. Çünkü taraftarın olduğu kadar onların da üzerine düşen sorumluluklar var ve onlar da en az taraftar kadar dikkatli olmalı. Ancak şikayetlerimiz karşısında sergilenen “Hele bir testi kırılsın da sonra konuşuruz bunları” yaklaşımıyla “Tedbiri testi kırılmadan alalım” çabamız da güme gitti. Ayrıca ortaya konulan bu tek taraflı bu yaklaşımla taraftarın endişelerinin ne kadar haklı olduğu ortaya çıktı.

Son olarak yönetim adına orada bulunan isimler ile ilgili de bir şeyler söylemem gerekiyor. Yasayı savunmasam da kulübün böyle bir toplantı düzenlemesini son derece olumlu buluyorum. Ancak toplantı sırasında taraftar olarak şikayetlerimizi iletmeye çalışırken karşılaştığımız tutum karşısında sessiz kalmalarına aynı derecede bir anlam veremedim. Bize orada sahip çıkarak “Taraftarımızın da sıkıntılarını, yeni dönemden beklentilerini dinleseydik” gibi bir cümleyi kurmak yerine sessiz kalmaları, hatta bu konulara girmemizden sanki onlar da rahatsız olmuş gibi hissettirmeleri de bu toplantıya ilişkin eleştirilerimden bir diğeridir.

Tüm bu izlenimlerim bende zorlu bir sezonun bizi beklediği hissi uyandırdı. Umarım tüm bu olumsuz izlenimlerim haksız çıkar da bu yeni dönemde tahmin ettiğimiz sıkıntılar yaşanmadan geçer.

07 Eylül 2011

Dış Transfer (2011-2012 Yaz)


Transfer döneminde ilk imza Veselin Minev'den gelmişti. Antalyaspor'la 2 yıllık anlaşma imzalayan 31 yaşındaki Bulgar sol bek, 2005-2006 sezonundan beri Levski Sofya forması giyiyordu. Levski Sofya formasıyla 3 sezon Şampiyonlar Ligi, 2 sezon UEFA Avrupa Ligi'nde mücadele eden Minev, Bulgaristan milli takım oyuncularından...


Transfer döneminin 2. imza töreninde bu kez 2 imza birden atıldı.

Bursaspor'un tecrübeli sağ beki Ali Tandoğan imzaladığı 2 yıllık sözleşme ile Antalyasporlu oluyordu. Süper Lig kariyerine Denizlispor ile başlayan Ali Tandoğan sırasıyla Gençlerbirliği, Beşiktaş ve Bursaspor'da forma giyen 34 yaşındaki futbolcu, Bursaspor formasıyla ilk sezonunda şampiyonluk yaşadı. Bursaspor'un 3. tamamladığı geçtiğimiz sezonla birlikte bu iki sezonda takımına toplam 4 gol, 15 asistlik bir katkı sağladı.

Eskişehirspor'un ön liberosu Doğa Kaya ise 1 yıllık sözleşme imzalayarak kırmızı-beyazlı formayı 2. kez giyiyordu. 2004-2005 sezonunda kiralık olarak Antalyaspor'a gelen Doğa Kaya, son 4 sezondur Eskişehirspor forması giyiyordu.


Dış transferde kadromuza kattığımız 4. isim orta sahanın sağ tarafında görev yapan 31 yaşındaki Musa Aydın oldu. İmzaladığı 2 yıllık sözleşme ile Antalyasporlu olan Musa Aydın bugüne kadar Süper Lig'te oynadığı 282 maçta toplam 34, oynadığı 29 Türkiye Kupası maçında ise toplam 5 gol attı. Geçtiğimiz sezon ise Bucaspor formasıyla attığı 10 golle kariyerinin en iyi sezonunu geçirdi.


11 yıl önce Antalyaspor PAF takımında da forma giymiş olan Kayserispor'un önemli isimlerinden 30 yaşındaki Mehmet Eren Boyraz imzaladığı 2 yıllık sözleşme ile bu transfer döneminde yeniden Antalyaspor camiasına katılmış oldu. Kayserispor forması giydiği son 4 sezon boyunca toplam 130 maçta görev aldı ve takımına 13 gol 20 asistlik bir katkı sağlamıştı. Ayrıca Kayserispor ile 2007-2008 sezonunda Türkiye Kupası şampiyonluğu yaşayan Mehmet Eren kariyeri boyunca hücuma yönelik hemen hemen her mevkide başarıyla görev yaptı.


Transfer döneminin bir diğer imzası ise 19 yaşındaki Pendiksporlu Emrah Başsan'dan geliyordu. Gelecek 5 yıl için kendisini Antalyasporlu yapan sözleşmeyi imzalayan Emrah Başsan, orta sahada görev almasına rağmen 2008-2009 sezonunda Deplasmanlı Süper Gençler Ligi'nde Pendikspor formasıyla 28 maçta 8 gol attı. Asıl dikkatleri çekişi 2009-2010 sezonunda Antalya'da düzenlenen Bölgesel Gençlik Geliştirme U18 Ligi Türkiye Finalleri'nde 6 maçta attığı 6 gol ile oldu. Bu performansının ardından pek çok takımdan transfer teklifi alan Emrah Başsan, son 2 sezondur yine Pendikspor formasıyla ama bu kez TFF 2. Lig'te mücadele ediyordu. Bu ligte de oynadığı 42 maçta toplam 9 golü var.


Transferin son gününde ise her sezon öncesinde imzasını heyecanla beklediğimiz Tita bu kez bonservisini de alarak 2 yıllık sözleşmeyi imzaladı. Gerçi Tita için dış transfer demek ayıp kaçar. Çünkü 3 sezondur kiralık oynadığı Antalyaspor camiası için artık o "Antalya çocuğu Tita"... Kendisi için çok fazla söz söylemeye de gerek yok, çünkü Tita sahada konuşan isimlerden...

Camia olarak Tita sevincini yaşarken başka transfer olmaz diyorduk ama transfer döneminin son saatlerinde 4 imza birden geldi. Ankaragücü'nden 18 yaşındaki genç milli oyuncu Baran Yardımcı ile 4 yıllık;  TFF  3. Lig'te mücadele eden İnegölspor'un 19 yaşındaki başarılı oyuncusu Ömer Demircan ile 5 yıllık; futbola Antalya Döşemealtı Belediyespor'da başlayıp 2008'de profesyonelliğe geçiş yaptığı Ankara Türk Telekomspor'dan transfer olan 18 yaşındaki Mustafa Altun ile 5 yıllık sözleşme imzalandı. Bu üç oyuncu gelecek sezon A2 kadrosunda yer alacak. Son saatlerde gelen 4 imzadan sonuncusu ise futbola Liverpool altyapısında başladıktan sonra ailesinin Türkiye'ye taşınmasının ardından Galatasaray alt yapısında sağ bek olarak görev yapan 20 yaşındaki ümit milli oyuncu Yusuf Onur Arıkan oldu. Geçtiğimiz sezon A2 şampiyonu olan Galatasaray'ın değişmez oyuncularından biri olan Onur Antalyaspor ile 4 yıllık sözleşme imzaladı.

Son yıllarda sıkıntı yaşadığımız bölgelerin başında gelen sol bekte Minev tecrübesiyle bu bölgedeki sıkıntımıza son verebilir.  Sağ bekte geçtiğimiz sezon çoğunlukla Erkan Sekman yer almıştı. Sezon boyunca başarılı bir şekilde görev yapmıştı ama bu sezon sanırım daha çok Ali Tandoğan'ı izleyeceğiz. Ali Tandoğan'ı tartışmaya gerek yok, onun gelmesi Erkan'ı daha da hırslandıracak bu da Antalyaspor'a yarayacaktır. Geçen sezon Bucaspor'da önceki yıllara göre performansını oldukça yükselten ve bize de gol atan Musa yükselen peformansını bu sezonda da devam ettirebilirse takıma büyük katkı sağlayacaktır. Kalitesini Kayserispor'da yıllarca gösteren ve kaptanlığa kadar yükselen Mehmet Eren'in Antalyaspor'a transferi oldukça ses getirmişti. Özellikle Fatih Terim'in oldukça istediği konuşuluyordu. Kariyeri boyunca pek çok mevkide oynayan Mehmet Eren, mutlaka hücumumuza çeşitlilik kazandırcaktır. Genç isimler herkes için kapalı kutudur ama son yıllarda özellikle Musa ve Hüseyin de gördük ki Özdilek gençlere gereken özveriyi göstermektedir. Genç isimler de kendilerine gereken değeri vermeyi sürdürdükleri takdirde forma savaşında ellerinden gelen çabayı göstererek Mehmet Özdilek'in ilk 11 tercihlerinde yakın süre içerisinde yer almaya başlayacaklardır.

05 Eylül 2011

Sen Hiç Gitmedin Ki


Her yerde "Tita yeniden Antalyaspor'da" yazıyor ama 'Antalyalı Tita' bana göre hiç ayrılmadı ki yeniden Antalyaspor'da olsun. O hep Antalyalıların gönlünde idi, onun gönlünde de hep Antalya vardı. Tesislerde görüldüğü anda her şeyi açıklıyordu kendisi: "Ben Antalya'yı çok seviyorum."

Biz de seni çok seviyoruz be Antalyalı..!

Tek Kimlik Antalyasporluluk

Ekonomik anlamda bağımsız bir Antalyaspor yaratmanın mücadelesini veren Antalyaspor yönetimi siyaset konusunda tüm çevrelere mesafeli kalarak Antalyaspor'un birilerinin güdümü altına girmemesine özen gösteriyor. Tribün olarak da siyaseten ortak bir dünya görüşümüz yok. Camia içinde hemen hemen herkes siyasi görüşü ne olursa olsun Antalyaspor ile ilgili konularda "Önce Antalyaspor" diyebiliyor, tek kimliğin Antalyasporluluk olduğunu gösteriyorlar.

Antalyasporlu taraftar arasında siyasi tartışma hiç yaşanmıyor mu? Elbette yaşanıyor. Başta stat meselesi gibi bazı olayları yorumlarken bazı renktaşlarımızın siyasi görüşlerini göz ardı edemeden yaptıkları yorumların arkasından bazı ikili tartışmalar yaşanıyor ve bu tartışmalar sırasında zaman zaman kişiler birbirini "yandaşlık" ile suçluyor. Ancak bu tartışmalar iki kişinin kendi arasındaki bir tartışma olmaktan daha öteye geçmediği için bu tarz suçlamaların da 3. kişileri bağlaması gibi bir durum söz konusu değil. Ancak "yandaşlık" gibi bir suçlamayı bir gazeteci bir grup taraftar için yapıyorsa işin boyutu değişir. Çünkü hem bir gazeteci birçok kişi tarafından takip edildiği için bu suçlama daha çok yankı bulur hem de bu suçlama doğrudan bir kişiye değil de bir genelleme ile bir gruba yönelik yapıldığı için o an için olayın içinde olmayan pek çok 3. kişiyi de tartışmaya dahil eder ve sonuçları çok daha büyük olur.

Geçtiğimiz günlerde Sabah Akdeniz'den Cengiz Altay "Bak Şunlara!" başlıklı yazısında tuhaf bir genelleme yaparak Antalyaspor taraftarı arasında bir siyasi bir ayrım yaparak bir grup taraftara bu suçlamayı yöneltiyor. Yukarıda yazdığım nedenlerden dolayı Cengiz Altay'ın bu suçlamasını oldukça tehlikeli buluyorum. Bunun bir diğer sebebi de Antalya'nın yıllardır kördüğüm olmuş stat meselesinin çözümü için tam da partiler üstü bir fikir alışverişinin başlamışken böyle bir siyasi tartışma yaratmanın bu süreci de olumsuz etkileyebilecek olması...

Tüm bu durum içerisinde ben de Cengiz Altay'ın hem "Küfür Gibi" başlıklı yazısına hem de "Küfür Gibi" yazısında aldığı eleştirilerden sonra yazdığı "Bak Şunlara!" başlıklı yazısına karşı sessiz kalmak istemedim. Bu iki yazıya yönelik bazı sorular sorarak ben de kendi eleştirilerimi paylaşmak istedim.

Antalyaspor’un kombine satış duyurularının yer aldığı pankartların Büyükşehir Belediyesi tarafından indirilmesinin mantıklı hiçbir açıklamasının olabileceğini düşünmüyorum. Bu işi kim(ler)in ve neden yaptığı bir an önce aydınlatılmalı, bu hususta gereken neyse tereddütsüz yapılmalıdır.

Bu sözlerim sizin “Küfür Gibi” ve “Bak Şunlara!” yazınızda yer alan bazı cümlelere benziyor gözükse de bu benzerlik yalnızca şekilsel bir benzerlik olabilir, içerik olarak aralarında hiçbir benzerlik olamaz. Çünkü bu iki yazınızdan edindiğim genel izlenim bu pankart indirme olayını Antalyaspor'a yapılan bir haksızlık olarak değil de belli bir kesime saldırmak için yakaladığınız bir fırsat olarak gördüğünüzdür.

Öncelikle “Bak Şunlara!” başlıklı yazınızdan başlayayım. Beni en rahatsız eden kısım “Olumlu tepkiler Antalyaspor taraftarlarının görüşleriydi. Olumsuz tepki verenler ise CHP yandaşlarıydı.” dediğiniz ve sizin gibi düşünmeyenlerin Antalyasporlu olmadığını ilan ettiğiniz kısım... Böyle bir mantık olabilir mi? Bendensen maşallah, değilsen tu kaka... Bu yorumunuz düpedüz ayrımcılıktır. Zaten yaptığınız bu ayrımcılık yazının başlığında kendisini belli etmeye başlıyor: “Bak şunlara!” Antalyaspor çatısı altında tek bir kimlik vardır. O da Antalyasporluluk. İşin içine şunları, bunları, onları soktuğumuzda; benim gibi düşünenler, benim gibi düşünmeyenler diye ayrımcılık yapmaya başladığımızda Antalyasporluluk kimliği yok olur ve işte bu çatı birimizin değil hepimizin üzerine çöker. Ayrıca merak ettiğim bir nokta da şu ki kimin Antalyasporlu olduğunun, kimin Antalyasporlu olmadığının kararını artık siz mi veriyorsunuz?

Gelelim daha önceki ve tabiri caizse bu tartışmayı başlatan “Küfür Gibi” başlıklı yazınıza... Yazınızı okurken aklımdan geçenleri o zaman yorum olarak yazmamıştım. Ancak olay "Siyaset yapma." yorumlarına öfkelenip ikinci bir yazı yazarak bu yorumlara cevap vermenizi gerektirecek kadar büyüdüyse ben de bir Antalyasporlu olarak kendi yorumlarımı yazmak zorunda hissediyorum. Bakalım "Siyaset yapma." yorumlarına öfkelenmekte haklı mısınız, yoksa gerçekten siyaset mi yapmışsınız.

İlk olarak 100. Yıl Projesi'nin iptaline değinmişsiniz. Mahkemenin iptal sebebinin stadın yan tarafındaki ticari alan için kullanılan “sınırsız” kelimesi olduğu yazmışsınız. Doğrudur, 100. Yıl'daki hukuki sorun buydu. Bu noktayı göz önüne alarak Akaydın'a "sınırsız" kelimesini kaldırmak gibi basit bir prosedürü niye yapmadığını sorgulayarak Akaydın'dan hesap sormuşsunuz. Akaydın'a hesap sormakta da haklısınız. Ancak haksız olduğunuz yer şurası: Hesap sorulacak diğer kişiyi unutmuşsunuz. O da Menderes Türel... Bu "basit prosedürü" Türel de yapabilirdi. Her yerde “Ben yapacaktım ama CHP engelledi.” demek yerine “sınırsız” kelimesini kaldırıverirdi; biz de daha ortalıkta Akaydın bile yokken yıllar öncesinden stadımıza kavuşmuş olurduk, fena mı olurdu? Yoksa “sınırsız” kelimesini kaldırmak muhalefetteki CHP için basit bir prosedür iken tek başına iktidar olan AK Parti için zor bir prosedür müydü?

İkinci olarak yazınızın “Stat için yer göstermesi gereken belediyenin böylece stat yapılacak yeri vatandaştan istemesine de tanık olduk.” kısmı bana bir hayli ilginç geldi. Vatandaş derken? Sanırım ortada bir kafa karışıklığı var, bu kafa karışıklığına son vermek için şöyle bir tekrar edelim. Mustafa Akaydın Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı... Yani yerel yönetimde... Yerel yönetimin dışında bir de merkezi hükümet var. Onun başındaki isim de Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı sıfatıyla Recep Tayyip Erdoğan... Bu kadar da değil. Başbakanın dışında -yeni oluşturulan bakanlıklar öncesindeki döneme göre konuşursam- Spordan Sorumlu Devlet Bakanı olsun, Gençlik Spor Genel Müdürü olsun böyle böyle pek çok isim sayabiliriz. Peki, kim bu isimler? Bu isimler Antalya'ya hak ettiği stadın yapılmasında başlıca söz sahibi olan kişiler... Ülkemizdeki statların yerel yönetimler tarafından değil de hemen hemen hepsinin Ankara tarafından yaptırıldığını düşünürsek Akaydın'ın yerel bir yönetici olarak "...stadı yaparım" demesi ilginç değil ama "Yer gösterirlerse..." demesi mi ilginç? Kaldı ki yer gösterin dediği isimler de sokaktaki vatandaş değil, yukarıda saydığım isimlerdir. Yani sizin dediğiniz gibi “Stat için yer göstermesi gereken belediyenin böylece stat yapılacak yeri vatandaştan istemesine de tanık olduk.” değil durum. Peki, Akaydın'ın söyledikleri ortadayken neden "stat yapılacak yeri vatandaş isteme" gibi bir söyleme ihtiyaç duydunuz? Bu noktada "Başbakan da Türkiye Cumhuriyeti'nin bir vatandaşı değil mi?" diyebilirsiniz ama kastettiğinizin bu olduğunu hiç mi hiç sanmıyorum.

Gözüken o ki "Siyaset yapma." eleştirelerinin haklılık payı yok değil. Bir gazeteci olarak bu eleştiriler ışığında yazınızı yeniden değerlendirip hatalarınızı aramak yerine insanları yandaş olmak ile suçlamanız oldukça yanlış. Hele ki yazınız bu kadar siyaset kokarken... Çuvaldız ve iğneli atasözümüz bu durum için sanırım uygun olacaktır. 

Son olarak yandaş diye damgalanmadan, sizin için bir 'Akaydıncı' olmadan şunu da söyleyeyim. Akaydın'ın “Yer gösterin, stadı yapayım” söylemini samimi bulmuyor, kendisinin iddia ettiğinin aksine stadı yapacağını düşünmüyorum. Ancak kendisinin sözlerini çarpıtmanızı da ahlaki bulmuyorum. Bunun yanı sıra Akaydın stat konusunda hesap sorulmalıdır. Kendisi stadı yapmak konusunda sorumlu ilk kişi olmasa da stat meselesinin çözümündeki sorumlu kişilerin arasındadır. Hele hele "Gerekirse stadı belediye olarak biz yaparız." dedikten sonra bu konudaki sorumluluğu kat be kat artmıştır. Dolayısıyla stat meselesi çözülmediği sürece stat konusunda o da suçludur ama yineleyeyim kendisi stadı yapmak konusunda sorumlu ilk kişi değil. Bu sebeple tek suçlu da Akaydın değil. Antalya'nın yıllardır süren stat meselesi boyunca görev yapmış bakanından başbakanına, milletvekilinden belediye başkanına pek çok kişi o veya bu şekilde bu suça ortaktır.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...